Thursday, November 30, 2006

Karma Yoga (VII)

Bölüm B
--------
Vurmam gerekirse bu gereklidir. Eğer daha nazik ve yumuşak bir şekilde yapabilirsem bu yolda denemeliyim. Bu özgürlüğe sahip olmalıyız. Bu da ancak söylediklerimizden hiçbirine bağlılığınız olmadığında olabilir.

Sattva bazen iyi bazen kotu olabilir ama sattva ya bağlılık her zaman kotudur. Rajas ta bazen iyi ve kotu olabilir nitekim rajasa bağlılık her zaman kotudur. Tamas ta bazı durumlarda iyi ve kotu olabilir ama tamas a bağlılık ta her zaman kotudur. O halde yoga bağımlı olmamaktır: bu üç guna ya bağlanmamaktır.

Eğer bir bağlılığınız varsa, kendi yolunuzda gidersiniz. Sonuç bazen basarili bazen de hursan olabilir. Ama siz hep kendi yolunuzdan gidersiniz çünkü bağlılığınız vardır. Yapılan isin sonuçlarının bakış açılarına rağmen, basarili olunabilir ama kendi bakış açısına göre hep kotu ve spirituel değildir çünkü herhangi bir aktivite bağlılığı ilerletir. Bu yüzden yaptığınız is sonuçlarına bağlı olmaz . Eğer konu gitgide bağlı hale gelirse kişi de doğal olarak bağlanır. Eğer insan bu bağlılığa kapılmıyorsa iste bu özgürlüktür. Eğer odaklarımız dışarıdaysa bu dünyevidir ama eğer dikkatimiz içimizdeyse bu spirituelliktir. Halbuki eğer bağlılığınız yoksa doğru olanları yaparsınız. Karma Yoganın bir içeriğini daha anlatıp bitireceğiz.



Karma , Akarma , Vikarma
------------------------
Krishna Gita'da bize karma yoga hakkında bir fikir daha verir: Krishna’nin Gita da bahsettiği karma, akarma, ve vikarma ile ilgili değişik insanların değişik açıklamaları vardır. Genellikle belirtilen karmanın Yagana vb. Performanslari gibi rituel ve aktiviteler olduğu, Vikarma’nın eylemsizlik yani tekerleğin arkasındaki aks olduğu, ve son olarak vikarmanin da yasaklanan zorbalık, hırsızlık, yaralama, yalan söyleme ve bunun gibi kötü aktiviteler olduğudur. Bunu anlamakta zorluk çekiyorum çünkü Krishna’nin böyle şeyleri Arjuna’ya söylemesine gerek yok. Arjuna zaten iyi birisi. Böyle şeyleri düşünemez. Krishna’nin ona neyin kötü neyin iyi olduğunu söyleyip ona tavsiyeler vermesi için bir sebep de yok. Bize neyin kötü neyin iyi veya neyin doğru neyin yanlış olduğunu söylemesi için spirituel bilgeliğe ihtiyacımız yok. Bu basit bir ahlaki iş. Spirituel bilgelik değil çünkü spirituel bilgelik ahlaki bilginin çok uzağında. Bunun için ahlaki bilgelik onun istediği sonuca yardım edemez. Bu yüzden bana göre Vikarma ya ahlaki açıdan başka bir yerden bakmak gerek ki spirituel bilgeliğe ulaşabilelim. Sizinle bu fikri paylaşmama izin verin.

Gita da Krishna nin belirttiği karma akarma ve vikarma diye üç şey var. Bunlar eylem, eylemsizlik ve tepki olarak tercüme edilebilir. Eylem ve eylemsizliği anlamak kolay ama bunları tepkiyle bağlamak zor.

Eylem iyidir, eylemsizlik iyidir. Karmayı eylem diye adlandırır. A + Karma derse buna Eylem + sizlik olarak bakabiliriz. Karmanın ve Akarma nın da iyi olduğunu söyler. Nasılsa Vikarma yapmayın der. Bu belirtilenle üçüncü olan Vikarma gündeme gelir. Bu Gita ile tektir. Vikarma kötüdür. Krishna der ki eylem iyidir, eylemsizlik iyidir ama ayni zamanda da Vikarma yapmayın.

Vikarma kafamızı karıştırır. Bunun nasıl olduğunu merak ederiz. Yapılacak bir şey varsa ya yapılır ya da yapılmaz. Sadece iki alternatifiniz vardır. Size basit bir örnek. Ben futbol maçı seyrediyorum. Eşim de mutfakta iş yapıyor. Sonra çocuk ağlıyor. Belki altı değişmeli. Eşime sesleniyorum “Çocukla ilgilen” O cevap veriyor “Sen ilgilen ocakta yemeğim var” Sonra ben de “Ben de meşgulüm , ayrıca bu senin görevin, benim değil” Burada bir kanun getiriyorum. Şimdi iki seçeneğim var karma ya da akarma yapacağım.Çocukla ilgileneceğim ya da ilgilenmeyeceğim. Ben ilgilenmemeyi seçiyorum çünkü bir fikrim var. Bu erkeğin işi değil ve Ona “Ben meşgulüm maç seyrediyorum çocuğa sen bak” diyorum. Ama içimde bunun sadece bir bahane olduğunu ve meşgul olmadığımı biliyorum.Maçı seyretmem gerekmiyor, seyretmezsem ne olabilir ki.

Sonra eşim “Tamam, çocukla ben ilgilenirim, ama sen de yemek yiyemezsin” diyor. Bu onun zafer kartı. Benim için de bir problem. Şimdi ne yapmalı? Yemeği kaçırmak işime gelmez!! Sonra istemeden çocukla ilgilenmek zorunda kalırım tartışmasız. Ama içimde derinlerde kızgınlık var. Neden ben ilgilenmek zorundayım? Bunu yapmamalıydım. Ben bir erkeğim. Erkekler çocuklarla uğraşmazlar. Sadece doğumuna sebep olurlar. Bu çatışmalar içerde yükselir. Sonra gider ve çocukla ilgilenirim ve çocuğa kızgın şekilde sorarım “Söyle bana neden bu karmaşayı yaratıyorsun?” Eşim yükselen sesimi duyar ve içeriden ona bağırmamamı kaba olmamamı söyler. Şimdi sertlik de yapamam ve sinirimi içime atarım. Bu anda bu eylemi yaparken içimden bir ses sürekli “yapma” der. İçerde kuvvetli bir kavga olur. Bu vikarma olarak tanımlanır. Vikarma aslında bir iş yaparken içimizdeki negatiflik ve kavgadır. Bu kavgaya kabaca tepki denir. Krishna eylemin iyi eylemsizliğin de iyi ama tepkinin kötü olduğunu söyler çünkü tepki içimizdeki huzur ve ahengi bozar. Tepki içimizdeki bir zehir gibidir. Her tepki vücudumuza düzensizce adrenalin pompalar. Her tepki kimyanızı bozar. Tepki kötüdür. Eylemimiz bir tepkiye dönüşebilir. Hatta eylemsizliğimiz de tepkiye dönüşebilir. Yani tepki eylem veya eylemsizlik seklinde belirebilir. Dışarıdan gördüğümüz eylem veya eylemsizlik olabilir ama içinde tepki saklıdır. Eylem veya eylemsizlik sadece dış kaptır, ama ruhun arkasındaki tepkidir. Eylem ve eylemsizliği aramak ve önemsemek dünyaya bakmaktır ama tepkiyi veya arkasındaki ruhu aramak ve önemsemek spirituellitir.

Simdi 24 saat ve yedi günümüze bir bakın. Eylem veya eylemsizlik için ne kadar zaman harcıyorsunuz? Peki tepki için ne kadar zaman ve enerji harcıyorsunuz?

Sabah erken uyanmanız gerektiğini düşünün. Hiç şüphe yok ki alarm çalıp kalktığınızda aklınıza ilk gelen düşünce “Tanrım, kalkmalıyım. Kalkmak istemiyorum. Berbat bir şey bu. O ofise gitmemeliyim.” olur. Sonra kalkar ve yola koyulursunuz. Yolda kendinize “Rezil bir trafik! Herkes yola çıkmış.” dersiniz ve yola devam edersiniz. Ofise girer patronunuzu görür ve o anda “Ne korkunç, şimdi bütün gün bu adamla yüz yüze olacağım” diye düşünürsünüz. Gülümser ve selamlarsınız. Anlayalım ki bu eylemlerden her biri tepkiden başka bir şey değildir.

Aynı bağlamda yaptığınız eylemsizlik aslında eylemsizlik değildir. Dinlenirsiniz. Ama huzur içinde değil. Düşünceler gelir “Eğer uyuyamazsam, yarın ne olur? Kalkıp şunları şunları yapmalı mıyım yoksa yarın yaparım diye mi düşünmeliyim?” Bu uykunun aynı zamanda bir ajandası var.Tüm günümüzün yüzde doksanı tepki formu altında. Bu yüzden sorunlarla karşı karşıyayız. Krishna der ki “Tepkiden vazgeçin” Eğer vazgeçebilirseniz içinizdeki bu savaştan ve uyumsuzluktan kurtulacaksınız. Bunun doğru olduğunu hissediyoruz fakat eğer tepki vermezsek karşımızdaki insani nasıl doğru konumlandırırız? Sinirlenmek gerek; Tepkimi vermeliyim tepkilerimden vazgeçemem.

Tepki vücut kimyamızda rahatsızlıklara yol açar, insanlar arası ilişkilerimizi yıpratır. Tepki negatiflik ortaya çıkarır. Tepki kötüdür. Kötü olmasına rağmen tepki vermezsem ne yaparım?

Tepki vermenin tersi 'yapmamak' değildir. Çünkü tepki yapmak veya yapmamak durumunda da ortaya çıkabilir. Tepki vermeyin. Tepkinin tersi cevaplandırmaktır! Cevabınız durumun düzelmesine sebep olur. Tepki de bazen durumları düzeltebilir fakat uzun zaman içinde duruma zarar verebilir. Cevapların birleştirdiği yerde tepki bölücüdür. Cevaplandırın. Cevaplarda şefkat ve sevgi vardır, halbuki tepki mekaniktir ve ruhu yoktur. Cevaplar sağlıklıdır ama tepkiler kendiniz için de durum için de sağlıksızdır.

Tepki de bir şeyi bir şekilde ya da başka şekilde yapma hakki varmış durumu söz konusudur. Tepki esas olarak haklar üzerine dayalıdır. Benim tepki vermeye hakkim var. Bu bizim hakkımızı gösterir. Tepkiyle cevabı seçmek arasındaki problem aslında haklar ve sorumluluklar arasındadır. Bu günlerde insanlar çok fazla haklarından bahsetmekteler ve çok önem vermektedirler. Kişisel haklar, anayasal haklar, insan hakları, çocuk hakları , hakları istismar ve bunun gibiler.Sabahtan akşama kadar insanlar bunları tartışıyor.

Ben de Sanskritcede hak kelimesinin ne anlama geldiğini bulmaya çalışıyordum. Şaşırtıcı bir şekilde karşılığını veren bir kelime bulamadım. Sanskritce dünyanın en zengin dillerinden biridir. Diğer dillerde olmayan bir çok kelimeye sahiptir. Bize bu kadar kelime verebilen Sanskritce bir tek “Hak” kelimesini mi verememiş? Alışılmış şekilde dikkatlice kaçınmışlar.

Hak kelimesine bir karşılık vermemişler. Bu yüzden Sanskritceden doğan hiç bir Hint dilinde hak kelimesi yoktur. Bütün Hint dillerinde biz hak kelimesini açıklamak için “haq” sözcüğünü kullanırız ki bu kelime Sanskrit kökenli değildir. “Haq” kelimesi Arap kökenli bir kelimedir. Bu kelime 12. yada 13. yy da olan Müslüman istilası sonrasında onlardan ödünç alınmış olmalı. Ama neden biz bunu onlardan aldık? Basit olan cevap böyle bir kelimeye sahip olmamamızdır. Nasıl olur da bir kültür on bin sene boyunca hak kelimesi olmadan ayakta kalabilir! Ya da bu kelimeye sahip olmadığından mı kültür on bin sene boyunca ayakta kaldı! Lütfen bu önemli konuyu iyi anlayalım. Kültür sadece hak kelimesi yüzünden ayakta kalmadı, ama kültür hak olmadığı için ayakta kaldı. Bu hakkin sosyal uyumu bozan büyük bir zehir olmasından değil. Bütün Hint literatürünü araştırın sorumluluklarla ilgili bir çok kaynağa ulaşırsınız ama haklarla ilgili hiç bulamazsınız.

Bizim Hint kültürümüzde haklarımız yoktur fakat sorumluluklarımız vardır. On bin yıl süren Sanskrit literatüründe de kimsenin hakkı yoktu. Bunu hayal bile edemeyiz! Kralın hakları yoktu. Mahkumların hakkı yoktu. Kadınların, erkeklerin hakları yoktu. Ailelerin hakları yoktu. Çocukların yoktu. Ama herkesin sorumlulukları vardı. Kralın sorumlulukları vardı. Mahkumların, ailelerin çocukların sorumlulukları vardı. Ama neden?

Haklar sizi böler. Eğer aileler çocuklarına “Bunlar bizim haklarımız” derlerse birlik olamazlar, kendilerini ayırırlar. Eğer kocası eşine “Bunlar benim haklarım” derse beraber bir birlik olamazlar ,erkek kendini ayırır. Eğer bir kral hakları olduğunu söylerse insanlardan biri olamaz. Halbuki başka bir açıdan, sorumluluğu olduğunu söylerse toplumun bir ferdi olur. Ellerin bacakların vücudun birer parçası olup onun bütünlüğü için çalışması gibi. Aynı şekilde bir ev, bir şehir ya da krallık da Hint felsefesine göre yaşayan organizmalardır ve muhtelif insanları barındıran bu yerlerde sorumlulukları paylaşarak bir arada bulunurlar. Baba aileden ayrı tutulamaz. Herhangi bir fert toplumdan ayrı tutulamaz. Bir kral krallığından ayrı tutulamaz. Haklar ayırır sorumluluklar birleştirir. Herkesin sorumlulukları başkalarıyla birleşmek içindir. Ailelerin evlerini güzel bir yer yapma sorumlulukları vardır. Çocukların da evlerini güzel hale getirme sorumluluğu vardır. Kralın ülkesini güzelleştirme gibi bir sorumluluğu vardır. Mahkumların ülkelerini güzelleştirme sorumluluğu vardır Sorumluluklar insanları bir araya getirir. Haklar onları ayırır. Sorumluluğun içinde yoga ve yeniden birleşme olur. Haklar bizi ayırır. İşte bu yüzden kökünde sorumluluk olan bir kültür kurtulur, zamanın gösterdiği gibi. Küçük bir örnek; Burada on üç kişi var. Eğer sorumluluk alırsak her şey çok kolay olur. Ama başka bir taraftan da oturup “Benim hakkım bu , benim hakkım şu” dersek sadece yok edebiliriz.

Sadece umarım ki Karma Yoganın bu konseptleri dünyaya yayıldığında bu güçlü mesajlar insanlığın toplumların sorumluluk aldığı bir yerde iletilsin. Nasıl harika bir dünya yaratabiliriz. Tüm dünyanın bolluk içinde görmek için sorumluyuz. Ağaçlar bereketli, nehirler bereketli, ormanlar bereketli her yerde bolluk ve bereket var. Bunu nasıl yapabiliriz? Çok basit. Bir şeyi yok etmeden önce iki katını yapın. Bitkiden bir yaprak koparmadan sulayalım ki iki daha çıkarsın.

Sorumluluk içten gelir. Sorumluluğun tatmini içeridedir, halbuki haklar tatmini dışarılarda ararlar. Hakların dışarıdan empoze edilmesi gerekir. Haklar anayasa gerektirir. Sorumluluk ise spirituelllik. Şu sahip olduğumuz güzel Hindistan ve on bin yıldır onun kültürü sorumluluklara dayalı. Bunlar onca yıldır kutsal kitaplarda yazılıydı. Özgürlüğümüzü kazandıktan sonra liderlerimiz anayasa oluşturmak istediler. Onlar çok iyi ve vatanseverdiler ama on bin yıldır ayakta kalan bu kültürün temeline bakmakta eksiklik yaptılar. Ülke sadece kurtulmamıştı ama en başarılı olmuştu. Bir kaç yüzyıl önce bütün Hindistan 'in zenginliğini ve mutluluğu arıyordu. Büyük İskender bu ülkeyi fethetmeye zengin olmasa gelir miydi? Eğer bu ülke bu kadar başarılı olmasaydı Gory Muhammad ve Ghajni Muhammad bir çok defa saldırıp yağmalar mıydı? Vasco de Gama ya da Colomb bu ülkeye varmayı bu kadar iyi olmasa hayal eder miydi?. Liderlerimiz bu ülkeyi bu kadar başarılı yapanın ne olduğunu düşünmeliydi. Hindistan in bir yığın günü geçmiş dogmadan ibaret olmasının yerine düşünce sürecinde olan yegane özellik neydi? Anayasayı oluşturanlar Amerikan Fransız ve İngiliz anayasalarından esinlendiler. Bu yüzden bizim anayasamız da herkesin haklarını gözetti sorumluluklarını değil. Bizim kültürümüz sorumluluklara dayalıdır ama anayasamız haklara. İşte bu yüzden ne yazık ki anayasamızla kültürümüzün bir uyumu söz konusu değil. Benim bir hayalim var ve bu hayal çok uzak değil, yeniden sorumluluklar üzerine kurulu bir toplum yaratmak ve dünyaya böyle bir şeyin nasıl işleyeceğini göstermek.

0 Comments:

Post a Comment

<< Home